Go bir alan oyunudur. 19×19’luk bir tahtada 181 siyah ve 180 beyaz taşla oynanır (oyun sırasında bu taşların hepsi kullanılmayabilir). Yeni başlayanlar oyunu öğrenmek için 9×9’luk, temel teknikleri ve mantığı kavramak için de 13×13’lük tahtalarda ısınabilirler. Oyuna siyah başlar, oyuncular sırayla tahtadaki yatay ve dikey çizgilerin kesişim noktalarına taş koyar (Go’da kendine özgü bir taş tutuşu vardır: taşlar ikinci parmak ile üçüncü parmağın uçları arasında -ikinci parmak altta, üçüncü parmak üstte olacak şekilde- tutulur ve tahtaya bu şekilde konur). Tahtaya konan taşlar hareket etmez, esir alınıp tahtadan kaldırılmaları dışında konuldukları yerde kalırlar. Taşların arasında herhangi bir hiyerarşi bulunmaz, bütün taşlar eş değerdedir; sadece oyun sırasında bazı taşların daha önemli ya da önemsiz bir konuma gelmesi (yani mutlak surette korunması ya da rahatlıkla feda edilebilmesi) sözkonusudur. Oyunun amacı alan çevirmektir. Oyuncular bir yandan kendi alanlarını genişletmeye, bir yandan da rakibin alanlarını bozmaya çalışır. Taş grupları arasında yaşanan savaşların ardından, iki taraf da alanları kesinleşip tahtada alınacak daha fazla puan olmadığına kanaat getirerek pas geçince oyun sona erer. Oyun sırasında alınan esir taşlar rakibin alanlarına yerleştirilir, geriye kalan boş noktalar sayılarak galip belirlenir.
Go son derece basit birkaç kurala dayanır, fakat herhalde dünyanın en karmaşık, en zor oyunudur. Karşılaştırmak gerekirse, günümüzde dünya şampiyonu bir satranççıyı yenebilecek bilgisayar programları yazılabilmişken; amatör 1. dan seviyesinde oynayabilecek bir program yazabilene 1 milyon dolar ödül vadedilmiştir. Burada satrancın 8×8’lik bir tahtada, go’nun ise bunun dört katı büyüklükteki bir tahtada oynandığı için daha karmaşık olduğu gibi düz mantık bir yaklaşım akla gelebilir; fakat içine girildiğinde görülebileceği gibi go strateji, çok ince taktik savaşları ve en önemlisi de oyuncuların ruhsal gelişimlerinin birbirine harmanlandığı, matematiğin yanısıra şiirin de aynı derecede rol oynadığı bir ‘ruh terbiyesi’ oyunudur. Go, Japon ve Çin kültüründeki pek çok diğer unsur gibi ( taichi, döğüş sanatları, ikebana vs.) kişinin kendini eğiterek ‘ben’ini anlamasında, aşmasında ve ‘gerçek’leri kavramasındaki yollardan biri olarak kabul edilir.
Go’nun ilk dikkati çeken özelliklerinden biri, sadece birkaç kurala sahip olmasına karşın sonsuz açılımları doğurmasıdır. Go icat edildiğinden beri her bir hamlesi birbirinin aynı olan tek bir oyunun bile oynanmadığını söyleyen bir deyiş vardır ve bu doğrudur. Tahtada bir sağa ya da bir yukarı oynanan taş bütün oyunun akışını, dengeleri değiştirecektir; hiçbir zorunlu hamle dizisinden sözedilemez, belli yerlere oynanan hamlelere belli yanıtlar verilmesi gelenekleşmişse de, gelenekler zaten bozulmak içindir. Go, bir anlamda, her bir hamlede evrenin ahenkine kusursuz bir uyum içerisinde kalınarak oynanmasını gerektirir; bu da, elbette, bu ahenkle aynı ritmdeki bir ruhsal durumu zorunlu kılar. Go’da (esir düşerek tahtadan kaldırılmış taşlar, ‘iki gözünü yapmış’ gruplar ya da oyun sonu dışında) hiçbir kesin durum yoktur, dengeler her an değişebilir, büyük farkla önde götürülen bir oyun bir anda kaybedilebilir, ‘tamam burası benim’ dediğiniz bir alan bir anda işgal edilebilir, ava giden avlanabilir; bu anlamda, go’da boş bulunmaya, dikkatsizliğe, konsantre yitimine, ‘gerçeği’ gözardı etmeye yer yoktur. Oynadığınız oyun bir camcının üfleyerek oluşturduğu cam nesne gibidir, benliğinize ne denli söz geçirebilir ve nefesinizi ne denli kontrol edebilirseniz, istediğiniz sonuca o denli yaklaşabilirsiniz, nefesinizden ya da elinizden çıkan en ufak hata ise camın şeklini bir anda bozacaktır. Tabii, yapabileceğinizin en iyisini ortaya koyup yenilmek de seçenekler arasındadır, o zaman da daha katedecek yolunuz olduğunu size ne güzel anlattığı için rakibinizin önünde saygıyla eğilmektir elinizden gelen.
Go’nun bir güzelliği alt seviyedeki oyuncuların üst seviyedeki oyuncularla başabaş maç yapabilmesidir. Üst seviyedeki oyuncunun (aralarındaki fark göz önüne alınarak) alt seviyedeki oyuncuya birkaç taş avans vermesi, başabaş bir oyun oynayabilmelerini sağlar.
Go bir kurmaca oyunudur. Tahtada oyun bir şekilde gelişir, iki oyuncunun zihnindeyse o oyunun pek çok farklı varyasyonu oynanır. Her hamleden önce oynanabilecek hamleler ve bunlara karşı verilebilecek yanıtlar zihinde evrilir çevrilir, hamlelerden sonra oluşacak şekiller tasarlanmaya çalışılır, ama yaşamda olduğu gibi seçenekler bol fakat tercih tektir. Her yeni hamlede kurgular bozulur ve yeni kurgular oluşturulur. Bu yüzden ‘zihinde canlandırma’ go oynamanın en önemli şartlarından biridir. Burada bir noktanın altını çizmek gerekir; hesaplama, hamle sayma bir yere kadar işe yarar, özellikle oyunun başlangıç safhasında bütün olasılıkları hesaba katmak zaten olanaksız olduğundan, (ustaların dediği gibi) saymaktan ziyade şekillerin güzelliğine-çirkinliğine bakmak daha önemli hale gelebilir. Yani ‘zihinde canlandırma’nın yanısıra ‘güzel şekil bilgisi’ ya da ‘göz eğitimi’ de bir o kadar önemlidir.
Go bir denge ve sahip olduklarınızı en verimli şekilde kullanma oyunudur. Saldırı ile savunmanın, tahtadaki belli bölgeler ile tahtanın bütününün, hesap-kitap ile sezgilerin dengesidir her an gözetilmesi gereken. İyi bir oyun çıkarmanın şartı aynı anda birkaç bakışa sahip olabilmektir; aynı yere farklı açılardan bakabilmek, yani hem taşlarınızın içinde bulunduğu durumu (tehlikede olup olmadıklarını, ne tür tehditlerle karşılaşabileceklerini, birbirleriyle birleşip nasıl birbirlerine destek olabileceklerini, rakip grupların başlarına nasıl bela olabilecekleri), hem rakip taşların durumunu, hem belli bölgelerde geçen savaşları hem de tahtanın bütünündeki durumu her bir hamlede tartmak gerekir. Ne tek başına savunmanın ne de tek başına saldırının faydası dokunmaz; tek bir hedefe saplanmak diğer hedefleri ıska geçmek anlamına gelir. En güzel hamle herhalde hem savunan hem saldıran, hem tek bir grubu pekiştiren hem de müttefik gruplarla bağ kuran, bu arada da rakip grupları bölen hamledir (ne ideal ama!). Sonuç itibarıyla go bir savaş oyunudur, ele geçirilecek araziler vardır, arazilerin tamamını (dünyayı) ele geçirmek imkansıza yakın bir düştür, bu dünyada olabildiğince yayılmak, orduları dar alanlarda sıkıştırmadan birbirlerini desteklemelerini sağlamak ve aynı anda birkaç ordunun gücünden birden yararlanmak daha çok arazi kapmayı getirecektir. Burada kilit nokta, elinizdeki gücü azami verimlilikte -tek bir amaca değil birkaç amaca yönelik olarak- kullanabilme sanatıdır.
Tabii, belki de en önemlisi, go bir zerafet oyunudur. Uzakdoğu kültürünün diğer unsurlarında da rastlanabileceği gibi, iyi bir oyuncu oyununa bir sanat eseri, güzel bir yaratı olarak yaklaşır. Kötü bir hamle sadece kaybetmeye yol açacağı için değil, güzelliği, ahenki, yaratıyı, zihinsel akışı, ruhsal dinginliği bozacağı için kötüdür, beyaz bir kağıt üzerindeki siyah leke gibi batar bu hamle çünkü iyi düşünülmemiştir, benlik hırsa, kibire ya da korkaklığa kapılmıştır, olasılıklar silsilesinden oluşan evrene tek bir seçenek dayatılmıştır, ‘gerçek’ten uzaklaşılıp yanılsamalarda kaybolunmuştur.
Go, aklı başında delilere…
Hira DOĞRUL / 2002